Özel mülkiyeti ve özgür girişimi yasaklayan, devlet için fertleri feda edip insani yetenekleri kısırlaştıran, temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan, ahlak ve maneviyatı yozlaştıran komünist sistem, henüz bir insan ömrünü bile doldurmadan çürüdü ve Sovyetler Birliği çöktü.
Ardından, faiz ve fırsatçılık yoluyla sömürü sermayesini tekelleştiren; devletin dizginlerini ele geçirip fertleri demokrat robotlar haline getiren; küreselleşme palavrasıyla insanlığı köleleştiren ve bu zulüm saltanatını sürdürmek için savaş, işgal, anarşi, uyuşturucu, fuhuş, mafya gibi her türlü ahlaksızlığı ve zorbalığı mübah gören kapitalist sistem de sonunda iflas edip çözüldü.
Komünizmin, faizi kaldırması ve sosyal adaleti savunması doğru, ama hür teşebbüsü ve mülkiyet hakkını yasaklaması ve hürriyetleri kısıtlaması yanlıştı.
Kapitalizmin; özgür girişimi ve özel mülkiyeti serbest bırakması doğru, ama faizcilik ve tekelcilikle sömürü çarkını kurması yanlıştı.
İnsan ve toplum fıtratına, doğal ve sosyal yasalara aykırı olan bu yanlışlar yüzünden, her ikisi de zulüm yapmıştı ve yıkılmıştı.
Şimdi komünizmin ve kapitalizmin yararlı yönlerini özünde barındıran, ama zararlı yönlerini bırakan;
1- Aklıselimin
2- Müspet bilimin
3- Vicdani kanaat ve tatminin
4- Tarihi birikim ve tecrübelerin
5- İlahi dinin prensiplerinin
Ortaklaşa “doğru” bulduklarını esas alıp, “yanlış” bulduklarından sakınılarak hazırlanan bir ADİL DÜZEN’e ihtiyaç vardır ve kaçınılmazdır.
Biz bu nedenle, Adil Düzen’in temel esaslarını yazıp tartışmaya açmaya, ilim ve fikir erbabının tenkit ve tekliflerini almaya çalışacağız.
Adil Düzen’in
1- Ekonomik prensip ve projelerini
2- Siyasi ve idari yapılanma biçimini
3- İlim ve eğitim sistemini
4- Ahlaki-Dini kurum ve kriterlerini,
Okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunacağız. Adil Düzen’in, öyle hayali ve hamasi sloganlar olmayıp, tamamen ilmi ve gerçekçi, orijinal ve milli bir program olduğunu ortaya koyacağız.
EKONOMİK ADİL DÜZEN
Adil Ekonomik düzenin temel esasları şunlardır:
Adil Ekonomide;
A – DEVLET:
1- Makro planda ve ülke çapında genel kalkınma planları hazırlayan,
2- Ülke ihtiyaçlarına ve dünya standartlarına uygun ve verimli yatırım projeleri ortaya koyan,
3- Destek, yönlendirme, teşvik ve altyapı hizmetleri yapan,
Ortak konsensüsle oluşmuş (Anayasal) Milli kurum ve kurallara dayalı; Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk yapılanmasıdır.
B – PARA:
1- Faizin her türlüsü kaldırılmıştır.
2- Para, üretilen mal karşılığıdır.
3- Karşılıksız para basılmayacaktır.
4- Para:
a. Ya arsa ve tarlanın
b. Ya tesis ve fabrikanın
c. Ya üretilen standart bir malın
d. Ya da altın ve döviz karşılığı olacaktır.
5- İstenildiği anda mal paraya, para mala çevrilebilir durumdadır.
6- Ekonomik ve ticari hizmet ve girişimlerde herkese adil muamele yapılacak ve tam bir fırsat eşitliği sağlanacaktır.
7- Fiyatlar arz ve talebe dayalı kriterlere göre, serbest piyasa ekonomisi içinde tabii olarak ayarlanacaktır.
Görüldüğü gibi Adil Düzen’de para; sadece üretilen bir malın “değeri”dir ve değişim (alışveriş) için gereklidir. Kalkınma için önce para lazım değildir. Örneğin bir ekmek üretmek için “buğday, un, su, tuz, maya, odun (pişirici) ve insan emeği” yeterlidir. Para ise; ancak ekmek üretildikten sonra, onu üretenlere “ürettiği kadar tüketme hakkı tanıyan” bir devlet belgesidir.
Bazı insanların “iyi güzel amma, bu Adil Düzen projelerini uygulayacak parayı nereden bulacaksınız?” sorusu, doğal ekonomiyi bilmemelerindendir.
Bakınız 2. dünya harbi sonunda Almanya’da bir çorap, yüzlerce marka alınacak şekilde paranın değeri düşmeye başladı. Almanya, elindeki bu kâğıt parçalarıyla kalkınmadı. Yeraltı ve yer üstü kaynaklarını kullanarak, kalifiye ve kaliteli insan gücünü devreye sokarak, çalışma ve üretme şartlarını hazırlayarak ancak, yeniden ekonomisini düzeltmeyi başarmıştır.
Siyonist ve kapitalist sömürü sistemlerinde ise: “Kalkınma için önce sermaye (para) lazımdır” şartı koşulmaktadır. Çünkü “Para”yı Siyonist sermayedarlar basıyor ve bu kâğıtları bankada bloke ederek bunları “faizli kredi” olarak girişimcilere dağıtıyor ve böylece insanlığın alın terini ve emeğini sömürüyor. Bugün “Dolar” diye Siyonist merkezlerin bastırdığı trilyonlarca liralık karşılıksız paranın (daha doğrusu yeşil boyalı kâğıtların) insanlığın kanını nasıl emdiğini herkes biliyor.
Önce “SAĞLAM PARA” kavramını açıklayalım; Bilindiği gibi canlı varlıklar çalışarak yaşamını sürdürürler. Bu çalışma bir “üretim”, yaşamak için harcanan şeyler ise bir “tüketim” olayıdır. Bir anlamda, canlılar kendi varlıklarını kendi gayretleri ile sürdürmek zorundadır.
Arılar ve karıncalar örneği, pek çok canlı türleri gibi insanlar da tek başına değil, “Topluluk” halinde yaşamak durumundadır. Topluluk halinde, devamlı ve düzenli olarak yaşayabilmek için de, O toplulukta üretilen “Toplam malın”, birlikte tüketilen toplam maldan fazla olması lazımdır. Yok, eğer “tüketilen mal” toplamı, “üretilen mal” toplamından daha fazla olursa, O zaman “üretilmeyen bir malın tüketilmesi” gibi bir durum ortaya çıkar ki, bu dengesizlik, sosyal ve ekonomik tıkanışa ve tükenişe yol açacaktır.
Aslında, bir ülkede, herkes ürettiği kadar tüketirse, “topluca üretilen, topluca tüketilene eşit” olacağından, “tabii bir denge” kurulmuş olacaktır.
Ancak bu dengenin sürekli olabilmesi için, O toplumda “biriktirilmiş fazla malın” bulunması da şarttır. Çünkü kıtlık, savaş, deprem ve yangın gibi felaketlerde, bu “depolanmış fazla malın tüketilmesi” ile ancak denge sağlanıp korunacaktır. Ayrıca çocuk, hasta, ihtiyar, sakat, memuriyet ve hizmet sektöründe çalışanlar gibi, devamlı tüketici durumunda olan kimselerin açtığı boşluğu doldurmak için de yine fazla” üretime ihtiyaç vardır. Demek ki toplumda ekonomik dengenin kurulması ve korunması için “üretim toplamının, tüketim toplamından mutlaka fazla olması” lazımdır. Karıncalar ve arılar gibi toplu yaşayan hayvanlar âleminde durum genellikle böyledir. Yapılan gözlem ve incelemeler sonucu, mesela arıların kendi ihtiyaçlarından çok daha fazla bal ürettikleri saptanmış, hatta kovanda bal azalınca, arıların iştahı ve yemek arzularının kesildiği, açlıktan ölseler bile geride birikmiş bal bıraktıkları saptanmıştır.
İlahi fıtrat ve tabiat düzeni gereği canlı varlıklar, hem çalışıp üretmekten, hem de yaşamaktan (harcayıp tüketmekten) hoşlanırlar. Ancak dengenin korunması için, “çalışma arzusunun, yaşama arzusundan daha fazla olması” gerektiğini yukarıda belirtmiştik. İşte hayvanlarda durum böyledir. Yani karınca ve arılar gibi hayvan cemiyetlerinde çalışma ve üretme gayesi ve gayreti, yaşama ve tüketme isteğinden fazladır.
Ama insanlarda durum bunun tersinedir. İnsanoğlu, yaşama ve tüketme zevki, çalışma ve üretme isteğinden fazla olan bir varlıktır. Yani insanlar, emek vermeden ve zahmet çekmeden, rahat yoldan geçinmeyi, üretmek için sıkıntı çekmeye ve sorumluluk yüklenmeğe tercih etmeye yatkındır. İnsandaki bu aşırı tüketim ve rahat yaşama eğilimi, biraz da insanın sadece bir topluluk üyesi olarak değil, aynı zamanda “tek başına yaşayabilecek özellik ve yeteneklerle yaratılmış olmasından” da kaynaklanır.
Yani insan; bir taraftan toplu düzenin bir parçasıdır ve toplumun bütün nimetlerinden yararlanabilmektedir. Ama diğer taraftan da, her fert ayrı bir varlıktır ve topluluk dışında kendi başına yaşayabilme imkânlarına sahiptir. Belki bu özellik, bir bakıma insanın kendi onurunu ve özgürlüğünü koruyabilmesi ve topluluk içinde erime ve kişiliğini yitirme durumundan kurtulabilmesi bakımından da önemli ve gereklidir.
Bu nedenle insanlar sadece “tam bir toplu düzen”de yaşayabilecek özelliklerle yaratılmamış, bunun yanında; tek tek yaşayan canlıların da yararlı yönlerini almış olduğu için, toplu yaşayan hayvanlarınkine benzer, “birlikte üretim; birlikte tüketim, her şey ortak” hayaline dayanan ve kişilerin ferdi hürriyet ve haysiyetini öldüren “Komünizm düzeni” insanlar arasında kurulamaz, kurulsa da uygulanamaz. Zaten insan fıtratına uygun olmadığı için daha bir insan ömrünü bile doldurmadan Komünizm iflas etmiş ve çökmüştür.
Eğer insanlardaki “çalışma ve üretme arzusu, yaşama ve tüketme arzusundan fazla” olsaydı, Marks’ın kominizim hayali belki gerçekleşebilirdi. Ancak İlahi kudret ve hikmetin insanı böylesine “yaşamaya ve tüketmeye istekli, çalışıp üretmeye karşı ise tembel” yaratmış olması; hem imtihan sırrına uygunluğu, hem de insanlar arasındaki “yarışma Düzeni”ni gerçekleştirmesi bakımından gereklidir. Bu yarışma isteği ve özelliği, maddi ve manevî yönden devamlı ilerlemeyi ve yenileşmeyi sağlayacak, yeni karakter ve kabiliyetler ortaya çıkacak ve herkes çalıştığının ve hak ettiğinin karşılığını alacaktır.
İnsanlardaki “çalışmadan kazanma, üretmeden tüketme ve yorulmadan yaşama” arzu ve isteğini, zararlı halden yararlı hale çevirmek için; ADİL BİR DÜZEN ve DİSİPLİN’e ihtiyaç vardır. İşte Adil Düzendeki “mülkiyet sistemi” bunu gerçekleştirmiştir. Bu sistem “Herkesin ancak ürettiği kadar tüketmesi” esasına dayanır. Buna göre her fert helal ve meşru yoldan, gücü ve aklı yettiği kadar çalışıp kazanmak, yani “üretmek ve çalışıp ürettiği kadar da tüketmek” hakkına sahip olacaktır. Öyle ise kim daha iyi yaşamak ve daha çok tüketmek istiyorsa, o halde daha çok yorulmak ve daha fazla üretmek zorundadır. Hiç kimseye “üretmeden tüketme” veya “ürettiğinden daha fazla tüketme” hakkı ve fırsatı verilmeyecektir. Bu sistemi; düzenlemek, denetlemek ve disiplinize etmek ise Adil Devletin görevidir.
Toplumdaki her bireyin ne kadar ürettiğini belgeleyen ve çalışıp kazanarak topluma teslim ettiği malın miktarını gösteren bir “senete” ihtiyaç vardır ki, buna da PARA denir. Yani para; insanlara, ürettiği kadar tüketme hakkı ve imkânı sağlayan geçerli ve resmi bir belgedir.
Toplumda bu ekonomik dengenin ve Adil düzenin korunması için “herkesin ürettiği kadar tüketmesi” esası yanında bir kurala daha ihtiyaç vardır. O da; “Önce üretme, sonra tüketme” esasıdır. Çünkü; Önce tüketip sonra üretme durumunda “borçlu yaşama” düzeni ortaya çıkar ki, bu durum toplumun dengesini bozacaktır. Özellikle FAİZ, borçlu yaşama düzenini doğurmaktadır. Faizle kredi alan kişi, henüz üretmediği bir malı tüketmeye başlamış sayılır. Bu durum ekonomide doğal dengeyi bozacaktır. Faiz ve borçlu yaşama düzeniyle bir ülke; önce kendi milli servetini tüketip harcayacak, sonra da mecburen dış ülkelere borçlanmaya başlayacak ve sonunda çözülüp çökmek kaçınılmaz olacaktır.
Faiz ise, insanlara “üretmeden tüketme hakkı” vermektir. Daha doğrusu çalışıp üretenlerin hakkını, çeşitli hilelerle alıp başkalarına peşkeş çekmektir. Örneğin; Bankaya bir milyon koyup yılsonunda bir buçuk milyon alan kişi, fazladan aldığı bu yarım milyonu hak edecek hiçbir üretimde bulunmamıştır. Faiz olarak alınan bu yarım milyon lira, ya çalışarak üretenlerin hakkından kesilerek kendisine ödenecektir ki, bu açıkça bir zulüm ve haksızlıktır. Veya karşılıksız para basılarak kendisine verilecektir ki, bu da paranın değerini ve alım gücünü düşüreceği, enflasyon ve pahalılığı körükleyeceğinden yine haram ve haksızlıktır.
Adil ekonomideki herkesin ne kadar mal ve hizmet ürettiğini ve bunun karşılığında ne kadar tüketmeyi hak ettiğini gösteren bir senet durumundaki “sağlam para” adalet ve saadetin anahtarıdır.
Sağlam Paranın:
1- Üretmeden tüketme hakkı verilmesi demek olan FAİZ uygulaması,
2- Servetten ve üretimden değil, gelirden ve ücretten alınan DENGESİZ VERGİ haksızlığı,
3- Milli para değerini yabancı paralar karşısında devamlı düşüren, KAMBİYO çarpıklığı,
4- Karşılıksız para basan DARPHANE anlayışı,
5- Halktan ucuza topladığı mevduatları zenginlere pompalayan BOZUK BANKA ve KREDİ yanlışlığı gibi beş ekonomik mikrobu özünde taşıyan Kapitalist köle düzenlerindeki, kâğıt banknottan, bir diğer tabirle, durduğu yerde eriyen “buz paradan” ve diğer Senet çeşitlerinden üstün farkları şunlardır:
a. Sağlam para, asla değerini kaybetmeyen bir paradır. Çünkü para hak ölçüsüdür. Paranın değerini düşürmek, helalinden kazanılmış haklara tecavüzdür. Emeğe ve alın terine saygısızlıktır. Bir nevi hırsızlık ve kalpazanlıktır.
b. Bu senedin (sağlam paranın) üzerinde, karşılığında hangi tür malın alınacağı yazılmamıştır. Sadece alım gücü miktarı yazılan bu senetle, kişi istediği malı alabilecek durumdadır.
Yani para aynı zamanda ortak bir değer ölçüsüdür. Aslında para, hem kişilerin “ürettiğine karşılık tüketme hakkını belgeleyen bir senet” olmakla beraber, hem de malları biri biriyle karşılaştırıp ölçebilen ortak bir araç konumundadır.
c. Paranın diğer senetlerden bir farkı da, karşılığının her çeşit mağazadan ve istenilen cins maldan tahsil edilebilme olanağıdır.
d. Paranın diğer bir özelliği de üzerinde ödeme tarihinin bulunmaması, her zaman ve her yerde devamlı geçerli sayılmalıdır.
e. Paranın diğer senetlerden bir farkı da, bu senedin bir kere ödenmekle bitmemesi, karşılığı ödendikten sonra da yine “senet ve kıymet” olarak kalması ve fonksiyonunu yürütmüş olmasıdır.
f. Bu paranın mevcut senetlerden farklı bir üstünlüğü ve önemli bir özelliği de, şahsa yazılı olmaması, yani borçlu ve alacaklının üzerine yazılmamış olmasıdır. Bu senet bir nevi hamiline yazılıdır ve kim taşırsa ona ait sayılır.
Yalnız şu durum vardır ki, paranın üzerinde özel borçlu ve alacaklı belirsizdir ama genelde “bütün borçlularla bütün alacaklılar” bellidir, o da toplumun ve milli servetin kendisidir. Bu para karşılığında ödenecek mallar ise, ülke piyasasında ve mağazalarda zaten mevcuttur. Çünkü o toplumda, ancak üretilen toplam mal kadar para bulunmaktadır. O halde, bir bakıma herkesin her parada hissesi vardır.
PARA, “çalışıp üretilerek topluma teslim edilen mallara karşılık alınmış bir senet” olduğuna göre Ülkedeki Para Miktarı, Ülkedeki Mal Miktarına Eşit Olacaktır. O ülkede üretilen mal çoğalmadan, para da çoğalmayacaktır. Yeni mal üretmeden, darphanede basılarak piyasaya sürülecek yeni para, karşılıksız olacağından, tabiatıyla mevcut paranın değerini ve alım gücünü düşürecek, dolayısıyla ENFLASYON, zam ve pahalılık gündeme gelecektir.
Para gibi “ortak ve denkleşmiş değer ölçü birimleriyle” bir ülkedeki mevcut bütün mallar, fiyat olarak toplanabilir. İşte bir ülkedeki bütün malların para cinsinden toplam değerine MİLLİ SERVET denir. Milli servetin, milli paraya eşit olacağı açıktır.
Adil ekonomide fiyatlara müdahale edilemeyecek, serbest fiyat esas alınacaktır. Şöyle ki toplumda tüketilen ve ihtiyaç duyulan mallar azalınca, haliyle bunların fiyatı yükselecektir. Bunun üzerine O malı üretenler çoğalacak veya o cins malların üretimi artacak, bunun sonucu giderek talep azalacağından fiyatlar da normale düşecektir. Fiyat ucuzlayınca, yeniden talep ve tüketim artacak, böylece arz ve talep, (üretim ve tüketim) durumuna göre kendiliğinden oluşan bir fiyat dengesi kurulmuş ve korunmuş olacaktır. Adil düzende fiyatları düşürmek için, “üretilen ihtiyaç fazlası malların imhasına” veya piyasadaki malı toplayıp depolamak suretiyle sun’i bir yokluk ve pahalılık meydana getirmek şeklindeki ihtikâra, asla izin verilmeyeceği için ve de para, değeri düşmeyen sağlam para olduğu için, hazır malı olan bunu bekletmektense paraya çevirmeyi tercih edeceğinden, tabii bir denge ve deveran sürüp gidecektir. Ancak bugünkü gibi paranın devamlı değer kaybettiği bir ülkede ise, kimse özellikle dayanıklı tüketim mallarını satıp paraya çevirmeye istekli olmayacaktır. Çünkü bekledikçe mal kıymetlenmekte, paranın ise her gün değeri düşmektedir.
Böyle bir ortamda kimse kimseye borç para vermediği gibi, bugünkü fiyatla borç (veresiye) mal da vermeyecektir. Dolayısıyla faiz ve vade farkı gündeme gelecek, bunlar da daha beter felaketlerin sebebi olacaktır.
Adil Düzende krediler aşağıdaki şekillerde sağlanacaktır:
1- Kâr Ortaklığı anlaşmalarına verilecektir. Şöyle ki:
a. Sermaye sahipleri tesisleri ve fabrikaları kurarak,
b. Yöneticiler, işletmecilik ve organizecilik hakkını alarak,
c. İşçi ve ustalar emekleriyle katılarak,
d. Hammadde teminini üstlenen şirket, kooperatif veya onlara kredi veren banka da bir ortak sayılarak,
e. Devlet ise kanalizasyon su, elektrik, telefon gibi altyapı, bilgi bankası ve proje ve teşvik yardımı gibi genel hizmetleriyle katkıda bulunarak, kurulacak Kar Ortaklığı yatırımlarına yeteri kadar faizsiz kredi sağlanacaktır.
Mesela, eşit katılımlarla kurulan beş ortaklı bir şeker fabrikası her gün 100 torba şeker üretiyorsa, her ortak beşte bir payı olan 20 torba şekeri veya değerini hak etmiş ve almış olacaktır. Bu durumda işçi – usta – yönetici – işletmeci hepsi birden daha çok çalışmaya ve daha çok üretip kazanmaya gayret edecektir. Çünkü üretim arttıkça, kendi payları ve kazançları da haliyle artmış olacaktır.
Hatta mesela aynı fabrikada çalışan 40 kişi gelip işletmecilere “biz aynı işi 30 arkadaşla da yürütebiliriz… 10 arkadaşımızı ihtiyaç duyulan başka birimlere kaydırabilirsiniz” diyebileceklerdir. Zira aynı üretimden 40 kişiye bölüşülecek emek payı, bu sefer 30 kişiye dağıtılacak ve daha kazançlı çıkacaklardır.
Yani Adil Düzen, “çıkar çatışması yerine, menfaat ortaklaşması” sistemini hazırlamıştır.
2- Mükteseb Hak Kredisi:
Elinde birikmiş ihtiyaç fazlası parası olan kimseler bunu, başkaları faizsiz kredi olarak kullanabilsin diye bankaya yatırırsa, “bu paranın miktarıyla, bankada kaldığı zaman oranında” bir parayı kredi olarak alıp kullanma hakkı doğacaktır.
3- Emek Kredisi:
Özel ve tüzel kuruluşlar atölye ve fabrikalarında çalıştıracakları işçi sayısına göre, ek bir kredi alıp kullanacaktır.
4- Rehin Kredisi:
Elinde ürettiği ama satmak istemediği “dayanıklı tüketim malları” bulunanlar, bunları devlete rehin göstermek suretiyle kredi alacaktır.
5- Zamanında ve fazla vergi ödeyenlerin, bu dürüstlük ve başarılarını ve milli ekonomiye katkılarını ödüllendirmeye yönelik “Vergi Kredisi” uygulanacaktır.
6- Uygun ve yeterli projeleri ve gerekli teminat ve tezkiye belgeleriyle başvuranlara “Yatırım projesi kredileri” sağlanacaktır.
7- Selem Senedi Kredisi: Genellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler ve mevsimlik üretimler için tatbik edilen “para peşin, mal veresiye, ama normal değerinden daha ucuza yapılan alışveriş” anlaşmasıdır.
Bu durumda tüketici ihtiyaç duyduğu malı ucuza almış, üretici ise hazır ve faizsiz kredi bulmuş olacak ve bu uygulama üretimi arttıracak, ekonomiyi canlandıracak ve fiyatları ucuzlatmış olacaktır.
Yeni Mesaj yazarlarından ve Haydar Baş yalakalarından Selim Kotil ile Harun Kayacı kendi Tv. Programlarında, AKP bahanesiyle Rahmetli Erbakan’ı ve Adil Düzen programını eleştirirken “cahil cesur olur” cinsinden saçmalamış ve “Amerika’nın global şirketlerinin ve Batının taleplerini, yeşil bir bohçaya sarıp Adil Düzen diye bu milletin önüne koydular. “Selem Senedi” diye, kapitalizmin en vahşi uygulamasını İslami proje diye yutturmaya çalıştılar” şeklinde sataşmışlar ve koyu cehaletlerini ortaya koymuşlardı.
Oysa değil Fıkhi kaynaklarımızı, sade bir ilmihal kitabı dahi karıştırmış olsalardı[1], “Selem” yoluyla alışverişin tüm mezhepler ve Müçtehitlerce caiz olduğunu anlayacaklardı. Tabi bu kadar cehalet, ancak sahte bir üstadın çıraklarına yakışırdı. Bütün fıkıh kaynaklarımıza göre Selem: Para peşin, mal veresiye yapılan ticarete denir. Bilhassa çiftçi ve sanayicilerin başvurduğu bir satış şekli olan selemin caiz olması için bazı şartların bulunması gerekir. Paraya muhtaç olan kimse, malını henüz üretmeden önce satmak ister. İslâm dini, alıcıların satıcının darlığından istifade ederek, malı ucuza kapatmasını önlemek, üreticinin ise malını değerlendirmesine fırsat vermek için bazı şartlarla bu tip satışları caiz görmüşlerdir. Peygamberimiz, Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin mahsullerini bir-iki sene önceden Yahudilere sattıklarını ve sömürü aracı olarak kullandıklarını görünce, bunun üzerine şunları söylemiştir: “Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli ölçüde, belirli tartıda ve belirli bir vakte kadar olmak şartıyla satsın.”[2]Bu ölçüleri koyan Peygamberimiz, faiz cinsinden bir sömürü aracı olan bu ticaret şeklini bereketli bir alışverişe çevirmiştir. Bunun akıl ve araştırma ile bilinmesi mümkün değildir
Selem, henüz var olmayan, yani üretilip ortaya konulmadan önce bir malın satışı olduğundan, ilk bakışta caiz olmaması gerekirken, ihtiyaç ve zaruret sebebiyle, peygamberimizce izin verilmiştir ve faizsiz sermaye edinmeyi ve ucuz üretimi gerçekleştirdiği için bir mucizedir. Bunda her iki tarafın da kârı vardır; müşteri biraz daha ucuza mal alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını giderir. Meselâ bir sanayici nakit sıkıntısına düşerse, belirli bir süre sonra teslim edilmek şartıyla, üreteceği -vasıfları belli olan- malları satar; alacağı para ile üretimini gerçekleştirir. Böylece sanayicinin tezgâhı çalışır, üretim devam eder, alıcı da normal zamana nispetle biraz daha ucuz mal edinip ihtiyacını giderir. Bu imkân üreticiyi, tefecilerin eline düşmekten de koruyan bir Peygamber müsaadesidir. Çünkü üretimin devamı için paraya kaçınılmaz bir ihtiyaç hissedilir. İslâm Hukuku’nda meşru olan dört çeşit alışverişten biri de selemdir. Tekrar hatırlatalım, Selem kısaca, para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriştir. Selem’e, aynı mana ve vezne sahip olan “selef” de denir. İkisi de teslim ve takdim etmek manasına gelir. Selem denilmesi, alış-veriş meclisinde ücretin peşin olarak teslim edilmesine binaendir. Selef denilmesi ise ücretin mala takdim edilmesi nedeniyledir.
Selem akdi, ilk bakışta yok olan bir şeyin satışı olması cihetiyle kıyasa muhalif zannedilse de, Efendimiz tarafından ihtiyaca binaen meşru kılınmış ve müsaade edilmiştir. Meşruiyeti, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kitaptan delil, Bakara suresinin, mudayene ayeti de denilen 282. ayetidir ki, ibni Abbas (RA) buna “Selem ayeti” demektedir. Sünnetten delil ise, şu hadis-i şeriftir: “İbn Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir. Resulullâh (sav) Medine’ye teşrif buyurduğunda insanlar selem suretiyle bir iki sene vadeli alır-satarlardı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem “Kim hurma (gibi bir şey almak)da selem tarikiyle alış-veriş ederse, miktarı (Ölçek veya kilogramı) ma’lum olarak -yine İbni Abbas’tan bir rivayette -muayyen bir vade ile alıp-satsın” buyurduğu[3]yukarıda zikredilmiştir. İcma’a gelince, bütün mezhepler selem tarikiyle yapılan alış-verişi kabul etmişler ve caiz görmüşlerdir.
SELEM Senedi (Sipariş) Kredisi:
Özetle Selem; para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriş sözleşmeleridir. Bu, kitap, sünnet ve icma ile sabit ve caizdir, aklen, ilmen, ve vicdanen de gerekli ve geçerlidir. “Selem; para peşin, mal veresiye yapılan senetleşmedir” demek; Yani birkaç ay sonra üretilecek buğday, peynir, kumaş vb. şeylerin, o günkü piyasa değerinden biraz daha düşük bir fiyatla satılıp peşin parası alınarak, karşılığında taahhüt edilen malın, üretildikten sonra ödenmesidir. Bu durumda; peşin para veren alıcı (tüketici) ucuza mal almış olacaktır. Bu parayı tüketiciden veya bankadan peşin ve faizsiz kredi olarak alan müteşebbis ise, üretimi gerçekleştirmek ve işini genişlettirmek imkânı bulacaktır. Ancak, selemin, faiz şüphesinden uzak kalması ve meşru sayılması için şu şartları taşıması gerekir:
1- Para peşin olarak ödenmelidir.
2- Malın veresiye (en az bir ay gibi bir müddet sonra) verilmesi gereklidir.
3- Peşin ödenen paranın cinsi ve miktarı mutlaka belirtilmelidir. (45 Cumhuriyet altını 7000 TL, 2000 ABD doları, 3000 Euro, gibi)
4- Peşin alınan para karşılığında sonradan verilmesi taahhüt edilen malın,
a. Cinsi (buğday – peynir – kumaş gibi)
b. Nev’i (yerli buğday, kaşar peyniri, yazlık terlen kumaş gibi)
c. Miktarı (300 kg., 5 teneke, 170 m. gibi)
d. Sıfatı (süper, iyi, orta, düşük kalite gibi) her halde belirtilmiş olmalıdır.
5- Malın teslim edileceği yerin ve zamanın gösterilmesi şarttır.
6- Bu malın kararlaştırılan mekân ve mevsimde piyasada bulunur cinsten olması lâzımdır.
7- Selem yapılan iki bedelin (paranın ve malın) faiz illetine karışmaması için, farklı cins ve miktarda olması esastır.
Bütün bu şartların faize dönüşmemesi için aşağıdaki esasların da uygulanması gerekir. Bu esaslar İbni Abbas (ra) Hazretlerinin selem ayeti dediği, Bakara 282 ve 283. ayetlerinden çıkarılmıştır. Şöyle ki:
A- Selemin mutlaka yazılması (selem senedi veya sipariş senedi şeklinde)
B- Bu senedin devlet teminatı altında bulunması, yani resmi olması
C- Bu senetlerde alacaklının değil, sadece borçlunun belirtilmesi,
D- Selem senetlerinin “Hamiline” şeklinde düzenlenmesi,
E- Taahhüt edilen malın belirlenen yer ve zaman, miktar ve evsafta teslim edilmemesi halinde bunu tazmin etmek üzere yeterli bir ipotek alınması ve teminat gösterilmesi.
F- Selemle satışa konu olan malın şartlara ve standartlara uygunluğunu kontrol edecek resmi bir teşkilatın bulunması gerekir.
İlk bakışta selemin (para peşin, – biraz ucuz sayılarak – mal veresiye alışverişin) faize benzediği zan ve iddia edilir ama bu asla doğru değildir. Şimdi faizi haram ve haksız, selemi caiz ve yararlı kılan; İslam’ın hangi hikmet ve hedefleri esas aldığını ve faizle selemin farklarını ortaya koyalım.
Önce faiz nedir?
1- Faiz, “zamanla artan borç” olmaktadır:
Örneğin 1 milyon borç verilir. Her ay %’de şu kadar artarak katlanır.
2- Faiz; zarara katılmayan kârdır:
Para bir taraftan, emek diğer taraftan, hem kâra hem de zarara katılmak üzere kurulan bir ortaklık caizdir, ama sadece ben parama karşılık şu kadar kar isterim, zarara karışmam demek ise faizdir.
3- Faiz; misliyattan alınan fazlalık ve kiradır:
Buğday, arpa, toz şeker gibi aynı cins üretim mallarının borç alınıp, sonradan geri ödenirken verilen fazlalık faizdir.
4- Faiz; başkasının zararına doğan kazançtır ve karşılıksız basılan paradır:
Adil Düzen’de asıl olan “para parayı doğurur” değil, “para, emek ve üretmek karşılığıdır” düsturudur. Faiz, çalışmadan veya üretmeden, başkalarının kazancını ve hakkını sömürmek, başka bir ifadeyle “üretmeden tüketme hakkı elde etmek” demektir ki bu açık bir haksızlık ve bir nevi hırsızlıktır.
Faizle Selemin farkına gelince:
a– Faiz, malı önceden alıp parasını sonradan ödemek şeklinde olduğu için -vade farkından dolayı- fiyatlar artıyor ve enflasyonu körüklüyor.
Selemde ise parayı peşin verip mal sonradan alındığı için fiyatları düşürüyor ve enflasyonu önlüyor.
b– Faiz, daha parasını ödemeden ve karşılığında bir şey üretmeden önce “peşin tüketim” yaptırıyor. Böylece “borçlu yaşama” düzenini doğurup, ekonomik dengeyi bozuyor.
Selemde ise önce parası ödeniyor, tüketim sonraya bırakılıyor. Böylece hem üretime destek verilip teşvik ediliyor, hem de “dengeli yaşama düzeni” kuruluyor.
c– Adil Düzen’deki selem (Sipariş) senedi “malı” temsil ediyor. Bugünkü senetler ise “para” yerine geçtiği için mevcut para değerini ve alım gücünü otomatikman düşürüyor.
d– Faizli krediler; işletmeyi küçültür, üretimi düşürür ve işsizliği artırır. Selem kredisi ise tam aksine işletme kapasitesini büyültüyor, üretimi artırıyor ve işsizliği önlüyor.
e– Selem senetleri zaten “Hamiline” (taşıyana) yazılı olduğu için icabında para gibi işlem görüyor. Böylece selem yoluyla faizsiz kredi bulabilen hiç kimse, artık faizli krediye mecbur kalmıyor ve itibar etmiyor.
Yani sadece “selem müessesesi” bile faiz yuvalarını kurutmaya yetecektir. Bu nedenle “Atom bombasıyla sarsamayacağınız Siyonist sömürü sistemini selem senediyle yıkabilirsiniz” sözü, asla mübalağa olmayıp gayet ilmi ve insani bir gerçeğin ifadesidir.
Selem konusunun anlaşılması için, günümüzde pek çok insanın kafasına takılan ve sıkça karşımıza çıkan: “Faizsiz bir düzende ihtiyaç duyulan krediler nasıl ve nereden sağlanacaktır?” sorusunu yanıtlayalım.
Öncelikle şu üç hususu belirtmemiz gerekiyor:
1- Adil Düzen’de diğer ekonomik hizmetler yanında, kredi işlevini de yürütecek olan faizsiz bankalar genellikle devlete ait hizmet kuruluşları olacaktır. Ve tabi isteyenler özel banka da kuracaktır. Ancak geçiş sürecinde faizle çalışan özel bankalara ve yatırılan paralara devlet garantisi sağlanmayacaktır.
2- Karzı Hasen Kurumu olan devlet bankalarında, lüks ve gereksiz eşya ithal etmek veya “çeşitli malları bolluk mevsiminde ucuza kapatıp ihtiyaç duyulduğunda pahalıya piyasaya sürmek” gibi yatırım ve üretime dönük olmayan, sadece kâr amaçlı ticari krediler son bulacaktır. Krediler, sadece yatırım ve üretim amaçlı girişimlere sağlanacaktır. Böylece “istihkarcılık-karaborsacılık” hortumlamacılık devri kapanacaktır.
3- Adil Düzen’de devlet elektrik, su, ulaştırma, savunma gibi temel hizmetleri yapmak ve makro planda ve ülke çapında genel kalkınma planları ve organize projeleri hazırlamak dışında, hemen her türlü yatırım ve üretim işlerinin “Özel sektör” tarafından yürütülmesi esas alınacaktır. Bu nedenle kredi müessesesi daha bir önem ve özellik kazanır.
Yukarıda da vurgulandığı gibi Adil Düzen’de “Faizsiz Kredi”lerin kimlere ve hangi kriterlerle verileceğini önemine binaen tekrar etmemiz yerindedir:
1- Kâr Ortaklığı anlaşmalarına.
a. Sermaye sahipleri tesisleri fabrikayı kurarak
b. Yöneticiler işletmecilik yaparak
c. İşçi ve ustalar emekleriyle katılarak
d. Banka ve şirket sahipleri tesis için gerekli hammaddeyi bularak
e. Devlet ise; kanalizasyon, elektrik ve telefon gibi altyapı, su ve elektrik gibi genel hizmetleriyle destek çıkarak kurulacak “Kâr Ortaklığı” yatırımlarına yeteri kadar faizsiz kredi sağlanacaktır.
2- Hakkı Mükteseb Kredisi:
Elinde ihtiyaç fazlası parası olan kimseler, bunu faizsiz bankaya yatırırsa, bankada bıraktığı parasının miktarı ve zamanı kadar kredi kullanma hakkı doğacaktır. Örneğin bankaya 100 milyon yatırıp 1 yıl bekleten bir insan, başkalarının 1 yıl boyunca bu 100 milyondan kredi olarak yararlanmalarını sağladığı için – isterse kendi parasından hariç bankadan 100 milyon kredi alıp 12 ay kullanacak veya toplam 1 trilyon 200 milyon alıp 1 ay kullanma hakkına sahip olacaktır. Böyle bir sistemde herkes, ileride kredi hakkı doğsun diye, birikmiş parasını karşılıksız bankaya yatıracaktır. Bu İslam’daki “Karz-ı hasen” müessesesinin şimdi çağdaş ve evrensel Adil Düzende devlet garantisi ve organizesiyle yürütülmesi anlamını taşır.
3- Emek Kredisi:
Özel ve tüzel kuruluşlar atölye ve fabrikalarında çalıştıracakları işçi sayısına göre, “özel emek kredisi” alma hakkına sahiptirler. Bu daha fazla işçi çalıştırmak için işletmeyi ve üretimi artırmayı teşvik eden bir unsur olacaktır.
4- Rehin Kredisi:
Elinde ürettiği ve o an satmak istemediği zirai malları veya sınai mamulleri bulunan kimseler isterlerse bunları rehin bırakarak, değerinin yarısından fazla kredi alacaktır.
5- Adil Düzende, “her mükellefin devlete ödediği vergi” nispetinde ayrıca ilave kredi alma hakkı doğacaktır.
6- Yatırım projesi kredisi:
Uygun projelerle bankaya başvuran müteşebbislere, bağlı oldukları meslek odalarından “Bu işe ehildir” belgesini ve yine bağlı bulundukları ahlaki kurumdan “Bu kimse emindir” garantisini alıp göstermeleri halinde -bu aynı zamanda onlara kefil oluyorlar demektir- kendilerine gerekli ve yeterli krediler sağlanacaktır.