Siyonizm’in bütün ülkelerdeki ön karakolları gibi yapılandırılan Masonların, dünya üzerinde bu denli güçlü ve etkili olmalarının nedeni, sağlam bir emir-komuta zincirine bağlı olarak hareket etmeleridir. Ve zaten Mustafa Kemal, işte bu nedenle Mason Localarını kapattığını söylemiştir. Bu sistemin en büyük özelliği gizliliğidir. Her masonik loca ve derece yalnızca kendisine verilen emirleri yerine getirir. Kurulan derece sistemi sayesinde, her locanın yalnızca en üst kademesindekiler, masonluğun genel stratejisini bilebilir. Masonluğu en tehlikeli hale getiren yönü, faaliyetlerini büyük bir gizlilik içinde yürütmesidir. Bu yöntem nedeniyle sokaktaki insan, masonik faaliyetlerin içyüzünü fark edemez. Tek bir noktadan yönlendirilen, fakat tesadüf süsü verilen olaylara ancak çok dikkatli bir inceleme ile bakılırsa, var olan bağlantılar hissedilebilir.
“Bize verilen sırları, kalbimizin en derin köşelerinde saklamalıyız. Bir ölü kadar sessiz, bir mezar kadar ketum olmalıyız.” (Mimar Sinan Dergisi s. 7, sf. 14)
Masonluğu eğer masonlara sorarsak, alacağımız cevap, “Masonluğun bir hayır ve yardımlaşma kurumu olduğu” şeklindedir. Türkiye’de de masonluk, Türk Yükseltme Cemiyeti adı altında kurulmuştur.
Masonlar; dışarıya karşı yaptıkları bütün açıklamalarda ve röportajlarda örgütün hayırseverliğinden, iyi niyetinden bahsedip dursalar da gerçek farklıdır. Maalesef bu bilgiler doğrultusunda, masonluğun bir hayır kurumu olduğuna inanan insanlar vardır. Fakat, masonların kendi kaynaklarını incelediğimizde durum oldukça farklılaşır. Her şeyden önce masonlar, kendi üyelerine mahsus olarak çıkardıkları yayınlarda, devamlı gizliliğe uymayı ve sırları açıklamamayı şart koşmaktadır. Masonluğa yeni giren birisi ile mason üstadı arasındaki şu diyalog, bu gizliliğin önemini ortaya koymaktadır:
“Büyük Üstad: Önce sizden bir şeref sözü isteyeceğim, aramıza alınsanız da alınmasanız da, burada görüp işittiklerinizi dışarıda hiç kimseye açıklamayacağınıza söz verir misiniz?
…Uçları size çevrilmiş bu kılıçlar, yemininizi çiğnerseniz, masonluğun sizden nasıl öç alacağını ve aynı zamanda çekeceğiniz vicdan azabını göstermektedir.” (Türkiye Büyük Mason Locası, Birinci Derece Tüzüğü, sf. 35)
Acaba bir hayır kurumu, niçin bu derece şiddetli bir şekilde çalışmalarını gizlemektedir? Ortaya çıkmasından korkulan şey nedir? Başka bir masonik kaynakta da şunlar yazmaktadır:
“Sembolleri ve localarda geçen olayları, tartışmaları açıklamak ahlâk dışı bir harekettir; yemine ve davaya ihanettir.” (Büyük Şark Dergisi, s.11, sf.12)
Demek ki, masonların ortaya çıkmasından çekindikleri bazı sırları vardır. Ve bundan dolayı gizlilik önemli bir prensip sayılmaktadır. Bir mason yemininde, bu sırların önemi şöyle vurgulanır:
“Şimdi veya daha sonra bana öğretilecek Kadim Masonluk Misterleri ile bunlara ait gizli sanatları, yönleri ve noktaları, bu dereceye usulüne göre kabul edilmiş olanların dışında hiç kimseye, kim olursa olsun, hiçbir surette açıklamayacağım veya yalnız tam, kusursuz ve muntazam bir locada iken ve onların da kendim gibi düzenli olduklarına tam bir kanaat getirdikten sonra usulüne göre açıklayacağım. Yine söz verir ve şerefim üzerine yemin ederim ki, bu sırları, hareketli veya hareketsiz hiçbir şeyin üzerine yazmayacak, basmayacak, kazımayacak, işaretlemeyecek, resmetmeyecek, kesmeyecek veya elimden gelip gücüm yettiğince de başkalarına yaptırtmayacak, yapmalarına engel olacak, yapmalarına göz yummayacağım ki, bu hareketli ve hareketsiz şeyler üzerinde herhangi bir kelime, hece, harf, işaret veya şekil, yahut bunların en küçük bir izi bile, benim ihmal veya liyakatsizliğimden dolayı sırlarımız ile misterlerimizin usulsüz olarak bir başkasının okuyup anlamasına, öğrenmesine, ortaya çıkarmasına sebep olmasın.” (Çırak, 2. Derece Ritüeli, Tanju Koray, sf.32-33)
Fakat masonlar, dışarıya karşı, gizli bir örgüt olduklarını gizlemeye çalışmaktadır. Bu konuda yapılmış bir röportajda Türkiye’deki mason üstadlardan Şekür Ökten şunları aktarmıştır:
“Derneğimiz, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre faaliyette bulunur. Gizli değildir. Bizim hiçbir toplantımız ve merasimimiz gizli değildir.”
Üstad vekili Halil Mülküs ise şunları anlatmıştır:
“Biz, gizli bir cemiyet değiliz. Bunu kesinkes açıklıkla söylemek durumundayım.” (Nokta Dergisi, s.40, sf.26-27, 13.10.1985)
Masonların yalnızca kendi üyeleri için çıkardıkları kaynaklara baktığımızda ise, durumun farklı olduğu anlaşılmaktadır. Bu kaynaklarda masonluğun gizliliği önemle vurgulanır:
“Arılar, karanlık olmazsa çalışamazlar… Sol elinizin yaptığını sağ eliniz bilmesin. Gizliliğin sayılamayacak çok etkileriyle ilgili olarak ve daha büyük şeylerle alâkalı olarak sembollerin gizemli işlevleri vardır.” (Şakül Gibi, 3/25, sf.20)
Masonların eşleri dahi bu sırları öğrenemezler. Mason dergisi Şakül Gibi‘de masonlar ve eşleri arasında, Tekris’ten (masonluğa giriş töreninden) itibaren başlayan sır perdesi şöyle anlatılmaktadır:
“Sırlarımızı kimseye söylememeye yemin etmedik mi? Tekris dönüşü evde eşinin meraklı sorularına cevap vermemek ve bu yüzden onunla aramızda ebediyen açılmayacak bir sır perdesi oluşturmak hangimizin hoşuna gitti? Kendilerine bile emanet edemediğimiz sırları nasıl olup da öğrenip muhafaza edecekler?” (Şakül Gibi, s. 24, c. 3, sf. 7)
Masonluğun dışarıya karşı takındığı hayır kurumu maskesinin altında yatan gerçek ortaya çıktığında, yeni mason bir seçim yapmak durumunda kalır. Masonluğa bu maskeye kanmış olarak katılan kişi, ya masonluğun ilkelerini kabul etmek zorundadır ya da masonluk dışı bırakılır. Mason dergisi Mimar Sinan, bu hayır kurumu maskesine kanarak gelen, fakat sonra “hayal kırıklığına” uğrayan acemilerin toplantılara gelmeyi aksatmalarını şöyle anlatmıştır:
“Masonluğu bir yardım kuruluşu olarak görüp bu tür çalışmaları bulamayınca hayal kırıklığına uğramak devamsızlığın başlıca nedeni oluyor…” (Mimar Sinan, s. 30, sf. 11, 1979)
Masonların gizledikleri gerçekler ise, kendi deyimleriyle bunlara hazırlıksız olanlar için “yıkıcı ve şaşırtıcı” olmaktadır. Bu doğru bir itiraftır. Gerçekten bir insanı, birdenbire Allah inancından, milli kimliğinden ayırmak, materyalist yapmak kolay değildir. Bu, ancak yavaş yavaş verilecek bir telkinle mümkün olabilir. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, masonların birçoğu gerçekten ne tür emellere hizmet ettiklerini bilmemektedirler ve sadece bir hayır ve dayanışma kurumu içinde olduklarını sanmaktadırlar. Masonluğun asıl amacını bilenler, çok daha az sayıdadır. Dolayısıyla, masonluğun dünya düzenindeki etkisinden söz ederken, tüm masonları bunlardan sorumlu tutmak doğru olmayacaktır. Bu yüzden bir amacımız da, bu teşkilatın iç yüzünü bilmeyenlere gerçekleri göstermek, aslında yanlış bir felsefenin içinde olduklarını ortaya koyarak, gerçeği görebilmelerini sağlamaktır.
Uluslararası Masonik Zirve: BİLDERBERG GRUP ve SİYONİST AMAÇLARI!
Bilderberg Grup, 1954 Mayıs’ında Hollanda’nın Oosterbeek kentindeki Bilderberg Oteli’nde toplanan bir grup mason tarafından kurulan Siyonist bir örgütlenmedir. Grubu tasarlayıp oluşturan asıl kurucu İsveç Franmasonluğu üstad-ı azamı Joseph Retinger’dir (1887-1960). Bu gizli grubun finansmanının önemli bir kısmı, Amerika’daki Rockefeller Vakfı tarafından karşılanır. Diğer finansör ünlü banker Rothschild ailesidir. Bilderberg çok uluslu bir hükümet gibidir. Bilderbergciler, birçok kaynakta “Dünyanın Efendileri” şeklinde tanımlanır. Bilderberg Grubun geçmişine ilişkin kapsamlı bilgi bulabilmek çok zordur. Başvuru kaynaklarında kurulduğu yer, tarih ve toplantılara katılan bazı önemli şahısların isminin dışında bir bilgi bulmak mümkün değildir. Kurulduğundan bu yana Bilderberg toplantılarının tamamı basına ve kamuoyuna gizli yapılmış, burada konuşulanlar hakkında hiç kimse bilgi sahibi olamamıştır. Bu toplantılara katılanlar, burada konuşulanları ne pahasına olursa olsun bildirmeyeceklerine yemin ederler. Ünlü bir Türk siyaset adamının dediği “görevimden istifa etmemi isteseler bile burada konuşulanları kimseye söylemem” sözü bu gizliliği ortaya koymaktadır.
Örgüt; sermaye, siyaset, gizli örgütler ve iş dünyasının ünlülerini bir araya getirir. Her yıl yapılan toplantı üç gün sürer. Gizli bir masonik teşkilat olan Bilderberg’in en belirgin özelliği, devletlerin kilit noktalarında görev yapan üst düzey masonları bünyesinde toplamış olmasıdır. Bu nedenle Bilderberg, bir tür masonik zirve toplantısı olarak kabul edilmektedir. Toplantılar sırasında konuların gizli kalacağına söz verilir. Görüşmelerden sonra, yalnızca katılanlara özel bir rapor dağıtılır. Bu örgütle ilgili en detaylı bilgi İspanyol İstihbarat Örgütü’nün üst düzey yöneticisi Luis Gonzales Mata’nın kitabıdır. “Dünyanın Gerçek Efendileri” isimli kitap 1975 yılında Paris’te Bernard Grassed Yayınevi tarafından yayınlanmış, fakat piyasadan toptan satın alınmış ve okuyucuya ulaşması engellenmiştir.
Siyonizm-Masonluk İrtibatı
Masonluğun bir diğer önemli yönü, radikal Yahudi ırkçılık emperyalizmi olarak tanımlayabileceğimiz Siyonizm ile olan bağlantısıdır. Bu, masonların Avrupa’da Kilise’ye karşı verdikleri mücadele sırasında şekillenmiş bir ilişkidir. Yahudiler de Kilise’nin egemen olduğu Hristiyan Avrupa düzeninden rahatsız oldukları için, bazı etkili Yahudiler masonların savundukları materyalist, din-dışı felsefeleri ve siyasi hareketleri desteklemişlerdir. Bu da Yahudiler ile masonlar arasında geleneksel bir ittifak sağlamıştır. Masonların Kabala gibi mistik Yahudi öğretilerine olan bağlılığı da, bu ittifaka felsefi bir boyut kazandırmaktadır… Masonlar bu bağlantıyı sürekli olarak inkâr etseler de sadece kendi üyeleri için çıkardıkları gizli dergi ve kitaplarında bu konuda önemli açıklamalar yer alır.
Örneğin büyük üstad mason Selami Işındağ, “Masonluktan Esinlenmeler” isimli kitabında masonluğun kuruluşunun Siyonist amaçlar doğrultusunda olduğunu şöyle itiraf etmektedir:
“İlk aşamada gizli mason kuruluşu, Babil tutsaklığıyla darmadağın olan Yahudileri bir ulusal birlik içinde toplamak istiyordu.” (Masonluktan Esinlenmeler, sf.275)
Diğer mason kaynaklarında da durum bundan farklı değildir. Masonluğun Siyonizm’le ve dolayısıyla Yahudilikle ilişkisinden bahseden sayısız mason yayınından bazıları şunlardır:
“Yahudisiz hiçbir mason locası yoktur. Yahudi sinagoglarında hiçbir mezhep mevcut değildir. Orada masonlarda olduğu gibi yalnız semboller vardır. Bundan dolayıdır ki İsrail Mabedi bizim tabii müttefikimizdir.” (Akasya Mason Dergisi, s.62, sf.24)
Diğer bir masonik kaynak, Yahudilikle olan bağlantıyı şöyle anlatır:
“Ritüellerimizde Tevrat’tan sayısız alıntılar mevcuttur.” (Mimar Sinan, 1983, s.47, sf.39)
Masonik diyalogların yer aldığı özel mason dergilerinden birinde rastlanan şu konuşma ise masonluk-Yahudilik bağlantısını tüm çarpıcılığıyla gözler önüne koymaktadır:
“Büyük Üstad: Kimden sakınmalıyız?
I. Nazır: Düşmanlarımızdan ve kardeşlerimizden.
Büyük Üstad: Kardeşlerimizden sakınmamızın sebebi nedir?
I. Nazır: İsrailoğulları esarettedir. Biz onların kurtulmaları maksadını takip ediyoruz. Lakin yeni kardeşlerimiz bizim bu projemizi anlamayacaklar ve tatbikini engelleyeceklerdir.
Büyük Üstad: Kardeşlerim! Nizam vaziyeti alalım. Yahudi diyarının kurtarıcısını selamlayalım.” (15. Derece Çalışma Rehberi, sf.24)
Masonluk hiçbir dönemde kuruluş amacı çerçevesinden dışarıya çıkmamış, geleneklerinden en ufak taviz vermemiştir. Masonlar geleneklerine bağlılıklarını şöyle dile getirmektedirler:
“Bizim yöntemlerimiz, geleneklere bağlılığı ile bu gelenekler etrafında kurulmuş ve geleneklere bağlılığıyla bugüne kadar yaşamıştır. Bu gelenekler yıkılırsa masonluğun da temeli yok olur.” (Mimar Sinan Dergisi, s.50, sf.47)
Fakat masonlar bu bağlantının ortaya çıkmaması konusunda oldukça hassastır. Mason yükümlülüklerini belirten Anderson Yasası davranış maddesi dördüncü fıkrasında şu yazılıdır:
“Mason olmayan yabancılar bulunduğunda, sözlerinizde ve tutumunuzda öyle ketum ve ihtiyatlı olunuz ki en ince zekâlı yabancı bile duyulması uygun olmayan şeylerin farkına varmasın.” (Akasya Mason Dergisi, s.62)
Masonluğun kurucusu olarak kabul edilen Hiram Usta‘nın dahi Tevrat’ta anlatılan bir kişi olması Tevrat’a olan bağlılığın bir başka göstergesidir.
Masonlukta Derece Sistemi ve Gizlilik Kuralı
“Karanlık bir odada, yarı uyur durumda bulunduğunuz sırada, birisi gelip elektriği yaksa, bunu istemezsiniz. Gözleriniz karanlığa alışık olduğu için, fazla ışıktan müteessir olur, ışığın önce az gelmesini sonra kuvvetlenmesini istersiniz. İşte masonların yaptığı da budur: Işığı uykulu gözlere yavaş yavaş vermek.” (Türk Mason Dergisi, sf. 3036)
Masonlar dışarıya karşı büyük bir özenle gizledikleri sırlarını, kendi üyelerine de birden açıklamazlar. Masonluk, sırlarını üyelerine telkin ederken, Kabalizmden kaynaklanan bir dereceleme sistemi kullanır. Bu derecelerle yeni mason, sistemli bir şekilde eğitilir. Ya da masonik deyimle, “Işık, uykulu gözlere yavaş yavaş verilir.”
Bu derecelendirme sistemi mason kaynaklarında şöyle anlatılır:
“Masonlarda sır yok değildir. Bu müessesede gizli şeyler vardır. Müptediler, (masonluğa yeni girmiş birinci dereceli masonlar) yalnız birinci dereceye mahsus rumuz ve işaretleri bilirler. Ondan sonra da terfi ettikleri derecenin rumuz ve işaretlerini öğrenebilirler. Demek oluyor ki, derecelere göre, masonlar arasında bile gizli rumuz ve işaretler vardır.” (Büyük Şark Dergisi, s.15, sf. 19)
Her derecenin kendine has sırları vardır. Dereceler içinde giderek yükselen mason, masonluğun gerçek anlamının farkına çok sonraları varacaktır!
İlk derecelerdeki masonlar, masonluğun gerçek felsefesini bilmeden, bu örgüte hizmet ederler. Yalnızca kendilerine verilen emirleri, çoğu kez amacını fark etmeden uygularlar. Bu sayede masonluk, iç yüzünü çok iyi gizleyebilmiştir. Mimar Sinan dergisi, masonların kurdukları bu sistemi şöyle anlatmaktadır:
“Bütün masonik merasimlerin ortak bir içeriği vardır. Derecesine göre her mason, bir sırrın ve bir misyonun (görevin) taşıyıcısı kılınmıştır. Her kardeş bu sırrı muhafaza etmek, onun bekçisi olmak, kendinden istenecek görevleri, yani bir misyonu yerine getirmekle yükümlüdür.” (Mimar Sinan, Yıl 4, s.16, sf.14)
Masonlar, derece sistemini bir başka kaynakta da şöyle anlatırlar:
“Masonlukta sır olarak nitelendirilen şeylerin başında, masonik işaretler, sözcükler ve simgelere verilen anlamlar gelir. Ezoterik (gizemci) sistemin gereği olarak bunlar bir alt derecedeki masonlara bildirilmez.” (Büyük Mason Mahfili Yayınları, No: 4, Sözlük İst. 1982)
Aşağıdaki ifadeler ise yeni bir masonla, üstad-ı azamı arasındaki diyaloğu göstermektedir:
“Efendim, üstadım, hepsini anladım, iyi, güzel, fakat şu bizim mesleğimizin bu kadar derecelere ayrılması ve bunların aralarında bu kadar seneler olması ne oluyor? Neden bu bir dereceden ibaret olmuyor? Hiç olmazsa üç dereceden… Neden bu mesleğe girenler mesleğin anlatmak istediği gerçekleri ilk günden itibaren görmesinler? Neden onları bir din kitabı gibi, bir felsefe tarihi gibi, bir sosyoloji eseri gibi okumasınlar? Anlayamaz mıyız?
Üstad-ı azam: Biz size otuz üç derecenin içerdiği gerçekleri nasıl, niçin birdenbire verelim? Hem bu yalnız masonluk prensiplerini dereceli bir surette ruhlara sindirmek meselesi değil, dini inançlarını, dünya görüşünü de terk etmesi gerekir. Çünkü bu noktadan sonra mason, Kabala esaslarını çok detaylı olarak öğrenecektir. Masonluğun en büyük sırlarından olan kara büyü buradan sonra devreye girecektir.”
Kabala Kaynaklı 33. Derecenin Sırrı!
Masonları denemeye almak ve daha sonra ayırmaya tâbi tutmak ve gerektiğinde kabiliyetinin sınırlarından ileriye aşmasına engel olmak, hatta gerekirse topluluk dışı bırakmak lazımdır.” (Büyük Şark 1933, No.10, sf.16-17)
Bu diyalogda görüldüğü gibi, masonluğu özümleyecek yapıya sahip olmayanların, ileri derecelere yükselmeleri imkânsızdır. Masonik felsefeyi tam kavrayamayanlara sırları açmak, masonların deyimiyle, “tehlikeli adım” olacaktır. Bu nedenle Masonlar için 27. derece çok önemli sayılır. Bir masonun 27. dereceyi aşabilmesi için bütün inanç ve amaçlarından uzaklaşmaları şarttır. Masonlar, Kabala mistisizminden kaynaklanan 33 basamaklı bir derece sistemi uygulamaktadır. Her derecenin kendine has sırları vardır. Mason, her yeni derecede yeni sırlar, yeni “hikmetler” ile tanışır. Dini inançların, ahlâki, manevi ve vicdani duyarlılıkların yavaş yavaş yok edilmesi, derece sisteminin en önemli fonksiyonları arasındadır.
Masonlar, derece sistemi ile verilen masonik eğitimi şöyle anlatırlar: “Ham taş insan zihnidir. Çekiç telkindir. Aslında iradeyi bilinçlendirip kıvama getiren telkinden başka bir şey değildir. Nasıl çekiç darbeyle ham taşı yontarsa, telkin de tıpkı onun gibi zihni yontar.” (Mason Dergisi, s. 23-24, sf. 45)
Masonluk ve Din Kavramı!
Masonluğun dinsizliği ve din düşmanlığı uzun yıllardır tartışma konusu yapılmıştır. Mason üstadlar, zaman zaman basına verdikleri demeçlerde bu iddiaları yalanlamışlardır. Bütün dinlere saygı duyduklarını, hatta ateist olanların masonluğa alınmadığını, mason giriş töreninde üç mukaddes kitabın üzerine yemin edildiğini söyleyerek de kendilerini savunmuşlardır. Fakat, masonların kendi kaynaklarına bakıldığında durumun farklı olduğu anlaşılmaktadır.
Masonlukta Allah İnancı:
Masonlar her konuda olduğu gibi Allah inancını kaldırmayı da derece sistemini kullanarak yavaş yavaş yapmaktadırlar. Masonların yayınlarına bakıldığında, Allah yerine, Kâinatın Ulu Mimarı (K:. U:. M:.) deyimini kullandıkları anlaşılmıştır. Bu deyim, aslında ateizme geçişin ilk aşamasıdır. Kâinatın Ulu Mimarı daha ileri derecelerde “enerji” olarak değerlendirilmeye başlanacaktır. Yani Masonlar aslında baş hahamları ve şeytanı -hâşâ- tanrı tanımaktadır…“Masonluk, Evrenin Ulu Mimarı mefhumunu mutlak bilgi, kemalin son aşaması ve total enerji olarak telakki etmiştir… Bu gerçekleri kendine prensip, doktrin, öğreti ve iman olarak almıştır.” (Mason Dergisi 1982, s.5, sf. 20)
“Kâinatın Ulu Mimarı“ terimi yavaş yavaş belirsiz bir kavram halini alır. Bunun amacının ne olduğu, aşağıda yer alan Mason Dergisi’ndeki ifadeden anlaşılmaktadır:
“O halde mabedimizi tetkik edersek, kendimize; kendimizi tetkik edersek “K:. U:. M:.”na gideriz ve görürüz ki Kâinatın Ulu Mimarı içimizdedir.” (Mason Dergisi, s.27-28, sf. 40)
Görüldüğü gibi, Kâinatın Ulu Mimarı deyimi bir aldatmacadır. Dini inanışlar yavaş bir şekilde köreltilirken, sonuçta Kâinatın Ulu Mimarı, insan, yani mason olmaktadır.
“İptidai cemiyetler (ilkel toplumlar) acizdiler, aczleri dolayısıyla etraflarındaki kuvvetleri ve hadiseleri ilahlaştırdılar. Masonizm ise insanı ilahlaştırdı.” (Selamet Mahfilinde Üç Konferans, sf.51)
Dolayısıyla, masonlukta Allah, gerçek bir Allah inancı yoktur ve insan adeta ilahlaştırılmaktadır. Bu sapkın görüşler mason kaynaklarında sık sık tekrarlanır:
“Mason, kaynağına yaklaştıkça nurlanır, fakat yanar. Hedef güneşe varmak değil, güneş olmaktır. İşte bu güneş Allah’tır.” (Yani Üstat Masonlar birer Tanrıdır!..) (Doğuş Kolu, Mason Yıllığı, sf.41)
Konunun önemli bir yönü ise, masonların kendilerince ilahlaştırdıkları “insan” kavramını sadece “masonik ilkeleri özünde toplayanlar”, yani masonlar oluşturmaktadır!
“Bizim anladığımız insan, sokakta her gün gördüğümüz insan değildir. 2 ayaklı, 2 kulaklı, az çok usa (akla) da sahip insanı, biz insan saymıyoruz, biz insan dediğimiz zaman, bütün masonik ilkeleri sinesinde toplayan bir insanı, insan olarak ele alıyoruz.” (Mimar Sinan Dergisi, s. 27-28, sf.35)
Masonların ve Siyonistlerin Jön Türkler ve İttihat Terakki ile İlişkileri
Siyonistler ve Masonlar, İsrail Devleti’ne izin vermeyen Abdülhamit’i kesin olarak saf dışı bırakmaya karar vermişlerdi. Planlarının ancak bu şekilde gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı. Bunun için de sadece dışarıdan yapılacak bir müdahalenin yeterli olmayacağı da ortadaydı. Dolayısıyla Abdülhamit karşıtı, bir iç muhalefet grubuyla iş birliği yapmak gerekiyordu. Yahudi liderler bu noktadan hareketle, Jön Türklerle iş birliği yapmaya karar verdiler. Siyonist lider Theodor Herzl bu tarihi kararı şöyle dile getiriyor:
“Bir tek plan aklıma geliyor. Sultan’a karşı bir kampanya açmalı, bu iş için de sürgün edilmiş prensler ve Jön Türklerle temas kurmalı.” (Complete Diaries of Theodor Herzl, Theodor Herzl, cilt I, sf.374)
Jön Türkler ve daha sonra da İttihat Terakki hareketiyle kurulan sıkı ilişkiler sonucunda Osmanlı İmparatorluğu kısa sürede çökertildi. Bu konu hakkında yapılan önemli yorumlar vardı:
“Birçok Avrupalı yazar, Jön Türk hareketini ve İttihatçıları, Yahudilerin, dönmelerin ve gizli Yahudilerin elinde oyuncak olan bir Yahudi-mason komplosu olarak nitelemiştir.” (Young Turcs, Freemasons and Jews, Eli Kedourie, sf.89)
1908 Jön Türk İhtilali öncesinde, Avrupalı Siyonist Yahudiler, Osmanlı vatandaşı olan Yahudilerin Siyonizm’e hizmet etmeleri için uğraşmışlar, bu iş için üs olarak da çok sayıda Yahudi’nin yaşadığı Selanik’i seçmişlerdi. Burada çalışmalar yapan Siyonistler kısa zamanda kendilerine birçok Yahudi taraftar buldular. Siyonizm için çalışan her Yahudi bir kazanç olarak görülüyordu.
“Fakat en büyük kazanç Jön Türklerin içinde ünlü bir sima ve Osmanlı Parlamentosu’nda Selanik mebusu olan Emanuel Karasso oldu.” (Germany, Turkey and Zionism 1897-1918, Isaiah Friedman, sf.143)
Selanik Yahudilerinin görevi olan Jön Türklere Siyonizm’i benimsettirme çabaları, özellikle Emanuel Karasso, Nissim Mazliyah ve Nissim Russo adlı Yahudiler tarafından yürütülüyordu.
“Karasso, Mazliyah ve Russo’nun görevi, Türk politikacıları Siyonizm’den çekinmenin gereksiz olduğuna inandırmak, onları davalarına kazandırmaktı.” (Germany, Turkey and Zionism 1897-1918, Isaiah Friedman)
“Yahudi Nissim Mazliyah masondu.” (Türkiye’de Masonlar ve Masonluk, İlhami Soysal, sf.6)
“Yahudi Nissim Mazliyah yıllarca Osmanlı Meclisinde İzmir milletvekili olarak faaliyet göstermiştir. İttihat ve Terakki üyelerinin Siyonizm’e kazandırılmasında önemli görevler üstlenmiştir. ‘İttihat ve Terakki gazetesinde yazıları yayımlanmıştır.” (Türkler ve Yahudiler, Avram Galante, sf.91)
Siyonizm sempatizanı olan Yahudiler de, Jön Türklere Abdülhamit karşıtı mücadelelerinde ellerinden gelen desteği veriyorlardı. Nissim Russo Jön Türklerle sıkı ilişkiler sağlamıştı. Halkı 1908 İhtilali’ne dahil edebilmek için duvarlara ilanlar yapıştırmış, ihtilal sabahı kahve kahve dolaşarak attığı nutuklarla halkı isyana katılmaya çağırmıştı. Aynı akşam ihtilalcilerin isteklerini Padişaha tebliğ etmek üzere saraya giden heyetin de sözcüsüydü. II. Meşrutiyet sonrası kurulan Siyonist cemiyetinin ilk üyeleri arasındaydı.
”Bir başka Yahudi ‘iş birlikçi’ Rafael Benuziyar, Selanik’te eczacıydı. Eczanesi Jön Türklerin buluşma yeri idi. Bundan başka İdare-i Hamidiye’ce şüphe altında bulunan Jön Türklerin haberleşmesi Benuziyar vasıtasıyla sağlanırdı. Benuziyar 22 Temmuz 1908 senesi akşamı, yani Meşrutiyet’in ilan edileceği günün öncesi, Selanik duvarlarına bildiri yapıştıranlardan ve bunları evlere dağıtanlardan biri olmuştur. Aşer ve Avram Salem kardeşler, Fransa’ya kaçarak Jön Türk hareketine destek vermeye devam etmişlerdir. Leon Gatezno da Fransa’da Jön Türkler lehine büyük faaliyetler yapmıştır. Selanik manifatura tüccarlarından olan Tiamo, Selanik’teki Jön Türk grubuna büyük hizmetlerde bulunmuş ve servetini Jön Türklerin emrine vermiştir.” (Türkler ve Yahudiler, Avram Galante, sf.94)
İttihat ve Terakki‘yi finanse edenler de Yahudi sermayedarlardı!
“İttihat ve Terakki Cemiyeti faaliyetini, Selanik’te mason localarının koruyuculuğu altında sürdürebiliyordu. Bu gizli cemiyet, Abdülhamit rejimini yıkmaya çalışıyor, ve gittikçe serpilip büyüyordu. Hareketin gerçek beyni Yahudiler ve Yahudilikten dönme Müslüman Yahudilerdi. Onlara Selanik ve Dunmeks’in zengin Yahudileri tarafından para yardımında da bulunuluyordu.” (The Rise of Nationality in the Balkans, R. W. Sewton-Watson, sf.184-185)
Türk Siyonistleri ve Yahudileri üzerine yaptığı araştırmaları ile tanınan Avram Galante, gerçekte Siyonizm için aktif görevler üstlenen bir şahıstı. Faaliyetlerini daha etkili kılabilmek için Jön Türklere katılmıştı. Gazetelerde yazdığı yazılarla, İttihat Terakki’nin fikirlerini yaymaya çalıştı. Abdülhamit’in kontrolünden uzak kalabilmek için Mısır’a kaçmış, Padişahı devirme çalışmalarını buradan yürütmüştür. Mısır’da, ülkeye girişi yasak olan yönetim karşıtı yayınların tercümelerini yaparak el altından diğer isyancılara dağıtmıştır. Levon Dabağyan, Galante’nin Mısır’daki faaliyetleri için şunları yazmaktadır:
“Galante Efendi Kahire’de faaliyet gösteren ‘Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi’ adı altında bir Yahudi örgütü kurmaya niçin gerek görmüştü? Sırf Sultan’ın baskısından Türk Vatanını kurtarmak için mi?.. Hiç sanmıyorum. Zira Sultan Abdülhamit Han, eğer Siyonistlere evet diyecek olsaydı, söz konusu örgütün kurulmasına hiç gerek kalmayacaktı.” (Sultan 2. Abdülhamit ve Ermeniler, Levon P. Dabağyan, sf.6, Son Havadis Gazetesi, 22 Ekim 1981)
“Özgürlüğü elde etmeyi kendilerine bir borç bilen ve Jön Türklere yardım eden kurumlardan biri de Mısır Cemiyet-i İsrailiyesi idi.” (Sultan 2. Abdülhamit ve Ermeniler, Levon P. Dabağyan, sf.41)
Mason locaları ve Siyonizm tarafından böylesine büyük bir destek gören Jön Türkler gerçekleştirdikleri 1908 İhtilali ile II. Abdülhamit’i tahttan indirdiler. Abdülhamit’in Türk siyasi hayatından çekilmesi ile Jön Türklerin bir kanadı ‘İttihat ve Terakki Cemiyeti’ olarak iktidarı devraldı. Bu olayda da Yahudilikte bir çeşit mezhep gibi kabul gören dönmeliğin ciddi katkıları vardı.
“1908 İhtilali içinde Jön Türk liderleri arasında dönme mezhebinin meşhur üyeleri göze çarpıyordu.” (A History of The Jewish People, James Parkes, sf.102)
“…Jön Türklerin iş başına gelmesi, Siyonistler için yeni bir umut olarak telakki ediliyordu. İktidarı tekeline almış bir kişinin takdirine bağlanmaktansa, meşruti bir hükümetle daha iyi anlaşabileceklerini sanıyorlardı.” (Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, sf.128)
İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidara gelmesi, Siyonizm için tam bir fırsat sağlamıştı. Yahudi ileri gelenleri, istediklerini daha rahat gerçekleştirebilmeleri için, İttihatçılar tarafından devlet yönetiminin en stratejik noktalarına atanmışlardı:
“İttihatçı Yahudiler kilit bakanlıklarda, müsteşar ve teknokrat olarak önemli mevkiler işgal etmişlerdi ve siyaset üretme konusunda rolleri muhtemelen bakanlarınkinden daha fazlaydı. Emanuel Salem, meclise getirilecek yeni yasaları hazırlıyordu; Bağdat mebusu Ezekiel Sassoon daha önce Ziraat Nezareti’nde müsteşar iken Ticaret Nezareti’ne geçmişti; Nissim Russo, Maliye Nezareti’ndeki görevini sürdürüyordu. ‘İç kabinenin şefi’ Vitali Stroumsa ise Mali Islahat Yüksek Şurası’nın üyesiydi. Samuel Israel, başkent polisinin Siyasi Şube Müdürü olarak son derece hassas bir görevdeydi; Enver Paşa 23 Ocak 1913 darbesini yaptığı zaman, o da onunla birlikteydi.” (Role Economique des Juifs d’Istanbul, Avram Galante, sf. 52)
Gerek Jön Türk hareketi gerekse İttihat ve Terakki’deki Yahudi ve dönme egemenliğinin sağlanması için kullanılan en büyük güç, bu Parti’deki Selanik localarına kayıtlı masonlardı.
“Evvelce de Selanik’te kurulmuş olan Macedonia Risorta et Veritas locaları İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gelişmesinde mühim rol oynamışlardır. Onların bu rolleri, imparatorluğun süratle çökmesine, elden çıkmasına yol açmıştır… O zamanlar, bu localara gerekli vasıflara haiz görülen kimseler kabul edilir ve ‘Mahfil Loca’da iyice tecrübe edildikten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne tavsiye edilirdi.” (Dünyada ve Türkiye’de Masonluk, Hasan Cem, sf. 87)
“Selanik’te İttihat ve Terakki adında büyük bir ihtilal teşkilatı kurulalı çok olmuştu. Şehirde pek çok Yahudi vardı. Bunların çoğu İtalyan tebaası ve İtalyan mason localarına mensuptu. İtalyan tebaası olarak himaye görüyor, kapitülasyon anlaşmasına göre Sultan’ın emriyle tevkif edilemiyorlardı. Evleri polis tarafından aranamaz, sadece kendi konsolosları tarafından muhakeme edilirlerdi. Bu korumadan yararlanarak, mason localarının usulüne uygun bir şekilde İttihat ve Terakki’yi kurmuşlardı. Yahudilerin evlerinde toplantılar yapıp planlarını hazırlıyorlardı. Bu sayede Padişahın sürgün ettiği veya siyasi mülteci olarak başka memleketlere sığınmış mühim şahsiyetlerle temas imkânı da elde edebilmişlerdi.” (Bozkurt, E. Armstrong, sf. 25)
İttihat Terakki iktidarı içinde çeşitli kademelerde görev alan Siyonizm sempatizanı Yahudiler, ihtilalin üzerinden daha üç ay geçmişken Filistin konusundaki isteklerini devlet gündemine getirmekten çekinmemişlerdi. Rusya’dan gelen Siyonist lider Vladimir Jabotinsky, Jön Türklerin liderlerinden Ahmet Rıza ve Dışişleri Bakanı Tevfik Paşa ile görüşmelerde bulundu. II. Abdülhamit zamanında Filistin’de Yahudiler için konulan göç yasağının kaldırılmasını istemişti.
“Haim Nahum da (1872-1960), yeni rejime kendi lehlerine fevkalade bir nazarla bakıyor, yasak kararlarının kaldırılması için Jön Türkleri sıkıştırmaya başlıyordu.
Nahum, öteden beri Jön Türklerle ilişkisi olan birisiydi. Bu ilişkiler, Paris’te başlamış, giderek artmış ve Jön Türkler ihtilal yapınca onu İstanbul’a çağırarak Türkiye Yahudilerinin baş hahamlığına getirmişlerdi. Siyonistlerin yörüngesine giren H. Nahum, Siyonist Teşkilatı ile Jön Türkler arasında arabuluculuk görevi yapıyordu.” (The Young Turks and Zionism: Some Comments, M. Jacop Landau, sf. 203)
Siyonistler, Filistin’e konan göç yasağını kaldırmak için İttihatçıların ileri gelenlerini kullanmışlardı.
“Bu amaçla, Russo, Mazliyah, Ahmet Rıza, Enver, Talat ve Nazım Beylerle görüştüler. İttihat ve Terakki’nin ağır topları olan bu kişiler, Filistin’e Musevi göçünün yararlı olacağı kanısındaydılar.” (Türkiye ve Siyonizm, Süleyman Kocabaş, sf.192-193)